12 Mayıs 2024 Pazar

Get Adobe Flash player

images
Zigana’nın Çiçeği”
Zigana¨nın Çiçeği”11.01.2014

  Çanakkale Şehir kabristanında son toprağı…”Zigana’nın Çiçeği” diye yazdırmış oğlu mezar taşına…Bir yandan bir yana; Çanakkale nere, Zigana nere?... O koca yürekli, mert, cesur, fedakar, çalışkan, namuslu, sözünün eri ve yufka yürekli insan…Nurlar içinde yat. Mekanın Cennet olsun… “Ellerimle büyüttüğüm, solariken dirilttiğim.Çiçeğimi kopardın sen, ellere  verdin…Dağlar dağlar”  Her duyduğumda; son yolculuğuna uğurlayışımız gelir gözümün önüne… Bir de Dido türküsü var içime oturan. Sanki tutup elimden Zigana’ya götürüverecekmiş gibi  “Tut elimden kalk gidelim, uy gidelim Zigana’ya” diye…

 

   Ne kadar içten, ne kadar da derin derin anlatmış bana köyünü. Sanki, benim yüreğime bir parça köz bırakmış kendi ömrünün kıyısından. Kimi zaman kül serpmişiz üzerine. Kimi zaman da, külleri eşelediğimizde ateşin sıcaklığı, ısıtıvermiş sohbetlerimizi…  

 

   Muhtar H.Şemsettin’in mahsun kızı... Köyün Nezire Yengesinin öksüzü. Öz annesini hiç hatırlamazdı. Komşularının anlattığı kadarını bilirdi yalnızca…Lokman Dayı’nın kıymetlisi. Fırıncı Remzi Usta’nın nikahlısı, hafız hanımı…Osman dede ile Ballı Ninenin gelini…Torunlarımın babaannesi; benim ışığım, dert ortağım; pamuk çuvalım. Kendisine atfedilen unvanların hemen hepsi anlaşılır tarzda. Peki pamuk çuvalının ne olduğunu çözebildiniz mi acaba? Bu sözünü ilk duyduğumda hem şaşırmış hem de çok gülmüştüm. Elbette ki, her gelin kaynana gibi biz de aynı erkeği çok seven iki kadındık: Onda anaçlık duyguları bende kör sevda…Aramıza incecik serin bir tül perde iniverdiğinde, durumu kavrar “ kaynana pamuk çuvalı olmuş; raftan düşüp gelinin başını yarmış!...” diye hemen gönlümü alırdı…En çok da torunlarıyla ilgili konularda olurdu; benim pamuk çuvalım. Ne çok severdi torunlarını, Allah’ım ne çok!... Dört oğlu vardı emek verip büyütüp adam ettiği. Bir de kızı olmuş Cemile isminde. Ama henüz yaşına girmeden, Remzi Usta hiç kucağına alamadan koymuşlar kara toprağa. Çok genç yaşta başlamış evlat acısıyla kavrulmaya. Kız torunlarını bir başka severdi. Kocaman yüreğinde gizlediği kız evladının sevgisini sunardı torunlarına…

 

    Otuz yıllık beraberliğimizde, öylesine hoş öylesine coşkulu anlatırdı ki Zigana’ da geçen yıllarını. Çocukluğu, genç kızlığı, gelinliği.  Sanki, köyünde birlikte  yaşamıştık onca yıl. İlk gidişimde kırk yıllık dostum gibi kucaklaştığımı hissettim Zigana ile...Köye çıkan yol. Çocukluğunda koşup gittiği yokuş. Hayvanları otlattığı yemyeşil bayırlar. Gökyüzünün mavi-beyaz rengi. Yaz günü Zigana’nın zirvesinde yüzümüzü ıslatan sulu kar. Öylesine keyifli öylesine huzurlu ve dopdolu saatler geçirdim ki  Zigana’da; onun soluklandığı mekanda... Kısacık da olsa sanki koluna girip Zigana’yı adım adım dolaştık. Sıkça anlattığı o yumurta macerasının geçtiği kayayı da gördüm şükür ki. “Kadırgayası” derdi o kayaya. Tepesine yırtıcı bir kuş yuva yapmış. O da merakla tırmanıp sivri kayaya, yumurtasını almış kuşun. Çocukluk bu ya, bir de kırıp bakmış ne var içinde diye. Çıkmasına çıkmış da kayadan aşağıya inememiş bir türlü. Kuş çığlıklar atarak başlamış tepesinde dönmeye. Sesleri duyup gelenler indirmişler kayadan aşağıya…Hep “acaba!...” derdi “ kuşun yumurtasını alıp kırdığım için mi öksüz kalakaldım da hayatın bunca yükünü taşıdım sırtımda”…Oysa yaşadıkları; Karadeniz kadınının hayatta kalabilme  reçetesiydi…

   

   Hani zaman zaman, geç kalmışlık yaşanır ya, insan ömründe. İşte onları yaşadık biz de. geçtiğimiz yaz Zigana’da. Torunlar, kızlar ve damatlarla. Doyumsuz keyif ve bitmeyen özlemlere daldık.Yediğimiz ıslatılmış ev ekmeğinin tadı  hala  damağımızda. Kaymak,tere yağ, reçel, yeni sağılmış süt, tadına doyamadığımız siron. Ellerinize sağlık Ayşe’m ve Saime Yenge. Kesene bereket İzzet…Sahi neydi o yanımıza  koyulan pestilden yapılmış nefis tatlı? Muska şeklindeki o enfes tatlının adını bilemediğim için kocaman özür diliyorum. Zigana gelini olarak adını bilmemek çok ayıp. İlk fırsatta gelip tekrar yediğimde adını da öğreneceğim… Tadını damağıma kazıdığım gibi adını da aklıma kazıyacağım söz!...

 

   Ayşe Nine,(yaşadığı sürece hiç adını söylememişti “Ögey annem” derdi yalnızca. Ve ben yeni öğrendim isminin Ayşe olduğunu). Ayşe Nine; çok emek vermiş kendisine. “Dört dörtlük bir kız” derler ya eskiler. Öylesine marifetli becerikli çalışkan yetiştirmiş Çiçek Babaannemizi. Yama yaparken, desenleri çubuğu çubuğuna getirmedi diye öfkelenmesini. Kapı önündeki toprak yolu ıslatmadan süpürdü diye kızmasını. Tok gözlü olmayı; tereğe bıraktığı cevizle nefsini terbiye etmesini. Aldığı tüm terbiye, edep, misafirperverlik, cesaret, çalışkanlık ve tok gözlü olma meziyetlerini hep “ ögey annem  bana böyle öğretmiştir…” diye anılar dağarcığından paylaşırdı benimle…

 

 

Hayata tek kolla tutunup yaşamaya çalışan Günleme ablası. Sakat birinden bahsederken ilk önce Günleme Ablasını anlatırdı. Tek kolla nasıl yaşadığını, işlerini nasıl gördüğünü. Onu özlediğinde kendi koluna bir ağrı girerdi sanki. Ve “ Günleme Ablam vardı köyde…” derken bir eliyle kolunu ovalayıp dururdu. Evet her anlattığında kolunu tutup ovalardı.ne hikmetse!...

 

   Çiçek Babaannemizin Zigana ile bütünleştirerek anlattığı değerlerdendi; ağabeyi Lokman Taşkın. Ve hayattayken görüşme şansına sahip olduğum tek kişiydi Lokman Dayı. Dinç, şakacı, hoş sohbet ve donanımlı insandı. Yaşının onca ilerlemiş olmasına rağmen, zekası gözlerindeki ışıkta fark ediliyordu.  Çocukluk yıllarında kendisini nasıl koruyup kolladığını. Değme mühendislere taş çıkartırcasına hesap ve inşaat ustalığı yaptığını anlatırdı.Yıllar önce bir mektup yazdırmıştı bana. Adres olarak Kalkandere köyü/Torul yazdırdığını hatırlıyorum. Zannedersem Zigana’nın eski ismiydi Kalkandere…

    Raziye Yenge köyün ebesi. Doğumlar, loğusalıklar, göbek kesmeler, emzirmeler, kırklanmalar. Kesiklere tütün basıp, acıları dindirmeler. Kırık ve çıkıkları yumurta akıyla sarıp düzeltmeler. Bunun gibi her derde deva Raziye Yengesi. Her şey evet her şey Raziye Yengeden öğrenilirmiş…Yıllar sonra Çiçek Babaanne kendi torununun gözleri çapaklandığında  “Raziye Yengem anne sütü sıkardı çapaklanan göze…” deyip kızımın gözüne süt damlattığında nasıl da şaşırıp korkmuştum. Ama iyi de gelmişti inanın!. Şimdi torunlarımın gözü çapaklandığında ben yapıyorum aynı işlemi…Anlayacağınız; yıllar geçtikçe kulağımda kalan her sözü; ürettiği  her çözüm, benim hayata karşı can simidim oluyor. Oluyor olmasına da;  geçip giden zaman, insanoğlunun pişmanlıklarına  çözüm olamıyor maalesef. Kırık bir tebessüme dönüşüyor özlemler…

 

  Zigana’nın yamaçlarına doğru savrulup giden hatıraları, Çiçek Babaannemizin  erken doğan kuzuları duyduğunda söylediği bir mani ile süsleyelim istedim…Çevirin başınızı zirveye doğru, kulak verin rüzgarın sesine. Kim bilir çözersiniz belki de maninin anlatmaya çalıştıklarını…

 

Kalandarın onbeşi

Oldu bir Kırgız kuzi.

Yedi mozikaları

Yavan bıraktı bizi…

 

Aramızdan ayrılanlara rahmet; kalanlara sağlık ve sevgiyle selam olsun…(emelce-Ocak 2014) Çanakkale Şehir kabristanında son toprağı…”Zigana’nın Çiçeği” diye yazdırmış oğlu mezar taşına…Bir yandan bir yana; Çanakkale nere, Zigana nere?... O koca yürekli, mert, cesur, fedakar, çalışkan, namuslu, sözünün eri ve yufka yürekli insan…Nurlar içinde yat. Mekanın Cennet olsun… “Ellerimle büyüttüğüm, solariken dirilttiğim.Çiçeğimi kopardın sen, ellere  verdin…Dağlar dağlar”  Her duyduğumda; son yolculuğuna uğurlayışımız gelir gözümün önüne… Bir de Dido türküsü var içime oturan. Sanki tutup elimden Zigana’ya götürüverecekmiş gibi  “Tut elimden kalk gidelim, uy gidelim Zigana’ya” diye…

 

   Ne kadar içten, ne kadar da derin derin anlatmış bana köyünü. Sanki, benim yüreğime bir parça köz bırakmış kendi ömrünün kıyısından. Kimi zaman kül serpmişiz üzerine. Kimi zaman da, külleri eşelediğimizde ateşin sıcaklığı, ısıtıvermiş sohbetlerimizi…  

 

   Muhtar H.Şemsettin’in mahsun kızı... Köyün Nezire Yengesinin öksüzü. Öz annesini hiç hatırlamazdı. Komşularının anlattığı kadarını bilirdi yalnızca…Lokman Dayı’nın kıymetlisi. Fırıncı Remzi Usta’nın nikahlısı, hafız hanımı…Osman dede ile Ballı Ninenin gelini…Torunlarımın babaannesi; benim ışığım, dert ortağım; pamuk çuvalım. Kendisine atfedilen unvanların hemen hepsi anlaşılır tarzda. Peki pamuk çuvalının ne olduğunu çözebildiniz mi acaba? Bu sözünü ilk duyduğumda hem şaşırmış hem de çok gülmüştüm. Elbette ki, her gelin kaynana gibi biz de aynı erkeği çok seven iki kadındık: Onda anaçlık duyguları bende kör sevda…Aramıza incecik serin bir tül perde iniverdiğinde, durumu kavrar “ kaynana pamuk çuvalı olmuş; raftan düşüp gelinin başını yarmış!...” diye hemen gönlümü alırdı…En çok da torunlarıyla ilgili konularda olurdu; benim pamuk çuvalım. Ne çok severdi torunlarını, Allah’ım ne çok!... Dört oğlu vardı emek verip büyütüp adam ettiği. Bir de kızı olmuş Cemile isminde. Ama henüz yaşına girmeden, Remzi Usta hiç kucağına alamadan koymuşlar kara toprağa. Çok genç yaşta başlamış evlat acısıyla kavrulmaya. Kız torunlarını bir başka severdi. Kocaman yüreğinde gizlediği kız evladının sevgisini sunardı torunlarına…

 

    Otuz yıllık beraberliğimizde, öylesine hoş öylesine coşkulu anlatırdı ki Zigana’ da geçen yıllarını. Çocukluğu, genç kızlığı, gelinliği.  Sanki, köyünde birlikte  yaşamıştık onca yıl. İlk gidişimde kırk yıllık dostum gibi kucaklaştığımı hissettim Zigana ile...Köye çıkan yol. Çocukluğunda koşup gittiği yokuş. Hayvanları otlattığı yemyeşil bayırlar. Gökyüzünün mavi-beyaz rengi. Yaz günü Zigana’nın zirvesinde yüzümüzü ıslatan sulu kar. Öylesine keyifli öylesine huzurlu ve dopdolu saatler geçirdim ki  Zigana’da; onun soluklandığı mekanda... Kısacık da olsa sanki koluna girip Zigana’yı adım adım dolaştık. Sıkça anlattığı o yumurta macerasının geçtiği kayayı da gördüm şükür ki. “Kadırgayası” derdi o kayaya. Tepesine yırtıcı bir kuş yuva yapmış. O da merakla tırmanıp sivri kayaya, yumurtasını almış kuşun. Çocukluk bu ya, bir de kırıp bakmış ne var içinde diye. Çıkmasına çıkmış da kayadan aşağıya inememiş bir türlü. Kuş çığlıklar atarak başlamış tepesinde dönmeye. Sesleri duyup gelenler indirmişler kayadan aşağıya…Hep “acaba!...” derdi “ kuşun yumurtasını alıp kırdığım için mi öksüz kalakaldım da hayatın bunca yükünü taşıdım sırtımda”…Oysa yaşadıkları; Karadeniz kadınının hayatta kalabilme  reçetesiydi…

   

   Hani zaman zaman, geç kalmışlık yaşanır ya, insan ömründe. İşte onları yaşadık biz de. geçtiğimiz yaz Zigana’da. Torunlar, kızlar ve damatlarla. Doyumsuz keyif ve bitmeyen özlemlere daldık.Yediğimiz ıslatılmış ev ekmeğinin tadı  hala  damağımızda. Kaymak,tere yağ, reçel, yeni sağılmış süt, tadına doyamadığımız siron. Ellerinize sağlık Ayşe’m ve Saime Yenge. Kesene bereket İzzet…Sahi neydi o yanımıza  koyulan pestilden yapılmış nefis tatlı? Muska şeklindeki o enfes tatlının adını bilemediğim için kocaman özür diliyorum. Zigana gelini olarak adını bilmemek çok ayıp. İlk fırsatta gelip tekrar yediğimde adını da öğreneceğim… Tadını damağıma kazıdığım gibi adını da aklıma kazıyacağım söz!...

 

   Ayşe Nine,(yaşadığı sürece hiç adını söylememişti “Ögey annem” derdi yalnızca. Ve ben yeni öğrendim isminin Ayşe olduğunu). Ayşe Nine; çok emek vermiş kendisine. “Dört dörtlük bir kız” derler ya eskiler. Öylesine marifetli becerikli çalışkan yetiştirmiş Çiçek Babaannemizi. Yama yaparken, desenleri çubuğu çubuğuna getirmedi diye öfkelenmesini. Kapı önündeki toprak yolu ıslatmadan süpürdü diye kızmasını. Tok gözlü olmayı; tereğe bıraktığı cevizle nefsini terbiye etmesini. Aldığı tüm terbiye, edep, misafirperverlik, cesaret, çalışkanlık ve tok gözlü olma meziyetlerini hep “ ögey annem  bana böyle öğretmiştir…” diye anılar dağarcığından paylaşırdı benimle…

 

 

Hayata tek kolla tutunup yaşamaya çalışan Günleme ablası. Sakat birinden bahsederken ilk önce Günleme Ablasını anlatırdı. Tek kolla nasıl yaşadığını, işlerini nasıl gördüğünü. Onu özlediğinde kendi koluna bir ağrı girerdi sanki. Ve “ Günleme Ablam vardı köyde…” derken bir eliyle kolunu ovalayıp dururdu. Evet her anlattığında kolunu tutup ovalardı.ne hikmetse!...

 

   Çiçek Babaannemizin Zigana ile bütünleştirerek anlattığı değerlerdendi; ağabeyi Lokman Taşkın. Ve hayattayken görüşme şansına sahip olduğum tek kişiydi Lokman Dayı. Dinç, şakacı, hoş sohbet ve donanımlı insandı. Yaşının onca ilerlemiş olmasına rağmen, zekası gözlerindeki ışıkta fark ediliyordu.  Çocukluk yıllarında kendisini nasıl koruyup kolladığını. Değme mühendislere taş çıkartırcasına hesap ve inşaat ustalığı yaptığını anlatırdı.Yıllar önce bir mektup yazdırmıştı bana. Adres olarak Kalkandere köyü/Torul yazdırdığını hatırlıyorum. Zannedersem Zigana’nın eski ismiydi Kalkandere…

    Raziye Yenge köyün ebesi. Doğumlar, loğusalıklar, göbek kesmeler, emzirmeler, kırklanmalar. Kesiklere tütün basıp, acıları dindirmeler. Kırık ve çıkıkları yumurta akıyla sarıp düzeltmeler. Bunun gibi her derde deva Raziye Yengesi. Her şey evet her şey Raziye Yengeden öğrenilirmiş…Yıllar sonra Çiçek Babaanne kendi torununun gözleri çapaklandığında  “Raziye Yengem anne sütü sıkardı çapaklanan göze…” deyip kızımın gözüne süt damlattığında nasıl da şaşırıp korkmuştum. Ama iyi de gelmişti inanın!. Şimdi torunlarımın gözü çapaklandığında ben yapıyorum aynı işlemi…Anlayacağınız; yıllar geçtikçe kulağımda kalan her sözü; ürettiği  her çözüm, benim hayata karşı can simidim oluyor. Oluyor olmasına da;  geçip giden zaman, insanoğlunun pişmanlıklarına  çözüm olamıyor maalesef. Kırık bir tebessüme dönüşüyor özlemler…

 

  Zigana’nın yamaçlarına doğru savrulup giden hatıraları, Çiçek Babaannemizin  erken doğan kuzuları duyduğunda söylediği bir mani ile süsleyelim istedim…Çevirin başınızı zirveye doğru, kulak verin rüzgarın sesine. Kim bilir çözersiniz belki de maninin anlatmaya çalıştıklarını…

 

Kalandarın onbeşi

Oldu bir Kırgız kuzi.

Yedi mozikaları

Yavan bıraktı bizi…

 

Aramızdan ayrılanlara rahmet; kalanlara sağlık ve sevgiyle selam olsun…(emelce-Ocak 2014)

Bu Yazi 13163 Defa Okunmustur.
Yorumlar ( 0 ) Onay bekleyen ( 4 )